Gaia Teorisi
Maxime, benim polisiye/gerilim/macera türünde başka kitap okumama sebebimdir. Bu yüzden sadece başlıkta adını gördüğünüz son kitabını değil tüm kitaplarını anlatıp izninizle ufak bir beyin yıkama denemesi yapıcam.
Çok sevdiğim ve kıskandığım bu yazarın toplamda 6 kitabı var. İlk üç kitabı ‘Kötü ruh’, ‘Karanlığın soluğu’ ve ‘Kara Büyü’ aynı başkarakterin (dedektifin) çözdüğü farklı olayları (ilginç seri cinayetler) anlatıyor. Hepsi birbirinden orijinal ve heyecanlı olayları içeriyor.
Sakin, kolay korkmaz, panik yapmaz bir insan olarak; kötü ruh’u okurken özellikle gece yarısını beklerdim ki yaşadığım gerilim artsın. Üniversite yıllarında tek başıma yaşadığım bir göz oda evimde hayatıma biraz daha heyecan ve gerilim katayım derken kabus görüp paranoyak davranışlar sergilememe sebep olan bir kitaptır. Özellikle kitabın sonunun beklenmedik bir sonla bitmesi (kesinlikle iyi bir son değil) bana yazarın okuyucunun istediği sona karşı direnip istediği sonla bitirecek kadar cesur olduğunu düşündürmüştü.
‘Kara büyü’ kitabında da cinayetler için kullanılan benimde özel bir zaafım olan örümceklerden öyle bahsedilmiş ki her okuma sonrasında yorganımı çarşafımı silkeler ancak öyle uyurdum. Burada size örnekleyerek anlatmaya çalıştığım şey; yazarın betimlemeleriyle edebiyat dünyasında dikkat çektiğidir aynı ‘Jack London’ gibi… Jack London’un ‘Alaska kid’ini okurken üşür, ‘Deniz kurdu’nu okurken de midem bulanırdı. İnanın başka yazarlarda bu tepkileri vermem.
Maxime’in en sevdiğim diğer bir tarafı ise üçlü seriyi çok uzatmayıp ‘Zamanın kanı’ kitabında çok başka bir uslüpla, bambaşka bir hikaye denemesiydi. Burada benzer bir yazar olan Jean Christophe Garange’ı anmadan geçemeyeceğim. Nitekim bakınız kendisi birbirine çok benzeyen yaklaşık 10 kitap yazdı (Kızıl nehirler, Siyah kan, Kurtlar imparatorluğu, Şeytan yemini…). Bunlardan 4 ya da 5’ini okumuş biri olarak asla hangi kitapta hangi konunun işlendiğine dair en ufak bir şey hatırlayamamam. Benim okuduklarım hep aynı sistemle yazılmıştı. Yazarın tutmuş kitaplarına hapsolmayıp başka bir tarz denemesi riskli olduğundan kendisine cesur ünvanını veriyorum.
Cesur Maximimiz ayrıca bu romandan sonra romanlarının başında kısacık bi not yazmaya başlıyor. Romanı yazma aşamasında ona eşlik eden şarkıları (sözsüz müzikler) ve nerden ilham aldığını okuyucuya öyle mesafesiz yazıyor ki sanki yalnızca size bırakmış o notu ya da ben üstüme alınıyorum bilemedim. Özellikle belirttiği müzikle okuyunca yazarın hissettirmek istediklerini daha net alıyorsunuz. Daha fazla duyu organı kitabı daha fazla hissetmekse eğer artık yeni bir şey bekliyorum ondan; 1 duyu organımıza daha hitap ederek kitaba uygun bir kahve veya atıştırmalık bir şey önermeli (bu fikrin tüm hakları saklıdır ve bir gıda müh olarak da projelere de açığım).
Son olarak ‘Gaia Teorisi’ konumuza gelirsek; yukarıda çok azını anlatabildiğim hissiyatımdan yola çıkarsak çok şey bekleyerek başladım bu kitaba, en azından son kitabına benzesin istedim ama olmadı olamadı… En sonunda kitabın tamamen ticari kaygılarla yazılmış olduğuna kanaat getirdim. Yayınevlerinin yazarın sadık okuyucu kitlesine kendisini unutturmaması için neredeyse bir ay içinde yazdırdığı içi boş kitaplardan olduğunu düşünüyorum. Kendimi teselli etmek amacıyla basım yılına bakıp 2009 yazdığını görüyorum, o zamandan beri kitap yazmadığına göre sıradakinin iyi geleceğinin hayalini kuruyorum…
Bu yazı 1394 defa okundu
- Japon Yapmış - 26/08/2014
- Yaz - 19/08/2014
- Freud’un Kız Kardeşi - 12/08/2014
Bir yanıt yazın