Rekabet…
Dün sabah okula gelirken NPR’dan aldığım bir podcasti dinliyordum.
Konuşmacılar bilim insanları ve liseden fen öğretmeniydi, (Sizing Up America’s High-Tech Talent). Çok ilginç bir konuları vardı, “ABD’de mühendis ve bilim insanı sayısını arttırmalıyız”. İçlerinden birisi ilginç bir olayı anlattı, Indian Institute of Tech.’den 30 yıl önce mezun olan bir meslektaşının tüm sınıf arkadaşları (%100) master ve doktora için ABD’ye gelmişler. Geçen yıl ise aynı yerden gelen öğrencinin mezunlara göre oranı %13 imiş. Buna göre, ABD dünya üzerinde “best and brightest” öğrencileri çekerken şimdi bu durum çok farklı bir hal almış. Zira, artık ABD dışında da çok iyi eğitim ve yaşam koşulları veren yerler ortaya çıkmış.
ABD’nin yaşamak ve okumak için gözde bir yer olması X ve Y jenerasyonları için kabul edilen bir durumdu. Aslında, haklarını vermek lazım, II. dünya savaşından beri galip ABD ve yenik Japonya inanılmaz gelişti. Uzay programları, bilgisayarlar, teknolojiye verilen önem ile ABD dünya üzerinde bilimde lider konumundadır. Japonya ise içinde bulunduğu psikolojiyi atlatmış ve kalite kavramına inanarak sanayi ve teknolojisini geliştirmiştir.
(Kaynak: TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel ALTUNBAŞAK’ın Sunuşu)
Ama ABD ile Japonya yaşanmak istenecek yerler açısından bakıldığında aynı seviyede değildir. Silahlı gücü bulunmayan Japonya dünyaya hükmetme isteğinden vazgeçtiği için dışarıya açılmamıştır. ABD ise kendisine bağımlı hale getirmek için dünyanın her tarafından “best and brightest” öğrencileri/araştırmacıları kendisine çekmiştir. Ülke içinde kurduğu düzen rekabete dayalı bir yaşam tarzı olduğundan bu “best and brightest” kişiler her zaman daha fazla üretmek zorunda kalmışlardır. Bilinen bir gerçektir, evinden yurdundan uzakta eğitim alan kişiler için aidiyet kavramı hafifler ve bir noktadan sonra rahatsızlık verir. Bunun örneklerini ben kendi gözlerimle görüyorum.
Zaman içinde eğitim seviyesi yükselen ve strateji geliştirebilen kişiler, eğer özgür düşünceli iseler, kendi ortamlarında da hareket geçmeye başlar ve habitatını yaratmaya başlarlar. Sanırım Hint’lilerin günümüzde, Çin’lilerin ise yakın gelecekte yapacağı şey de tam anlamıyla budur.
Peki tüm bu sonuçlara göre bizim ülkemizdeki durum nedir? Veya ne olmalıdır? Zor bir soru. İçinde inanılmaz sayıda parametre (ekonomik, kültürel, politik vb.) barındırıyor. 1980’lerden beri içinde bulunduğumuz değişim, belki bizim şansımıza, dünyadaki değişimle inanılmaz bir uyum içinde bulunuyor. Teknolojik ve bilgi seviyesindeki atılımların büyük bir kısmını biz de yaşıyoruz. Belki uygulamada biraz fazla hızlıyız ama yeniliklere sahip olma alışkanlığımız oluştu bile. Buna göre şimdi önemli olan toplumsal felsefeyi oluşturmaktır. İşte tam bu noktada büyük bir soru işareti durmaktadır. 70milyonluk kocaman bir ülkenin yaşam ve gelecek felsefesini oluşturmak ne kadar gerçekçidir? Bir başka zor soru. Belki de yaklaşım bu aşamada “herkes kendi evinin önünü temizlerse kentimiz tertemiz olur” mantığı uygulanabilir :)
Bu yazı 2184 defa okundu
- Hoca Ne Düşünüyor? - 29/08/2014
- Türkiye’deki Yükseköğretimin Evrimi - 22/08/2014
- Ders Vermek… - 01/08/2014
Bir yanıt yazın