Görev Tanımı
11 yıldır içinde bulunduğum kurum ciddi bir değişim işine girişmiş ve bu değişimin ilk gereklerinden birisi olan tanımlamalar üzerinde politikalar üretmekteydi.
Bu duruma hayranlıkla bakıyordum zira, benim kişisel tercihim, bir yapı başlangıçta mümkün olan en ince detaylarına kadar tanımlanmalı ve daha da önemlisi süreci (kısa-orta-uzun vadeli) mutlaka planlanmalıydı.
Çok iddialı bir durum gibi gelebilir ama aslında tecrübeli ve sorumluluk sahibi insanların işin başında olduğu zaman rahatlıkla gerçekleştirilebileceği bir çalışmadır bu.
Bilmeyen veya öngöremeyen için ise “boş iştir”, zira, ataların dediği gibi “kervan yolda dizilir”.
Ama acaba gerçekten öyle mi?
3 ay önce telefonuma gelen bir eposta ile başladı “Görev Tanımı” yazım çalışması. Çalıştığım üniversitenin üst yönetim diye adlandırılan kesimi için görev tanımı yazılması isteniyordu. İlk etapa mutluluk hissettim, ardından ise biraz şaşkınlık zira “Görev Tanımı” kavramının, bu coğrafyadaki insanların “her işi yaparız” mantığı ve “İngiliz gibi başlayıp, Türk gibi bitirmemek” alışkanlıkları sebebiyle içi boş bir ifade olarak görüyordum. Açıkçası şunu itiraf etmeliyim ki 35 yaşında birisi olarak (eminim yaşımı ezberlemişsinizdir ama Nisan ayı benim için doğum ayı olduğundan biraz vurgulamak kaçınılmaz oluyor) bugüne kadar bana görevimin tanımı yerine neler yapmam veya daha acısı yapmamam gerektiği söylenmişti :) Gerçekten de görevimin özelliği belirtilip, içeriğini anlatıp, yetki ve sorumluluklarım belirlenmeden neler yapmam/yapmamam gerektiğini duyunca insiyatif ve yaratıcılık kısmı alınan ama son derece mekanik bir işgücü olan insana dönüşüyorsunuz. Ve hatta, çemberin dışına çıktığınızda yediğiniz sopanın acısı uzun zaman hafızalardan silinmiyor.
Hala hatırlarım, 5 yıl boyunca bilfiil verdiğim Algoritma dersinde yaptıklarım sorgulanmadan, davet edilmediğim bölüm kurulunda “dersin amacına hizmet etmediği için içeriğinin belirlenen X,Y ve Z tarafından oluşturulması” kararından sadece 6 ay sonra, dönemin bölüm başkanının “sen o derste şu programı göster” dediğinde sarfettiğim “ben zaten 5 yıldır o programı gösteriyorum” ifadesini. Benim için acı bir durumdu ama daha acısı kurum içindi. Dersi çerçevesinde görev verilmeyen eğitmenin yaptığı işi sözü dinlenmeden değerlendirilmesi, aradan geçen zaman kaybı ve 9 sene önce öngördüğüm gelişim dün akşam gene kurgulamam. 9 sene benim hayatımda büyük bir zaman dilimi, insanlık için ise küçük bir parça. Ama acaba 15 yıllık bir kurum için de büyük bir zaman kaybı değil midir?
Peki bu kargaşa, bu olay özelinde, ama günlük iş hayatımız genelinde neden oluşmaktadır. Cevabı son derece basit; “Her işi yaparız” mantığına sahip olunduğu sürece ve “hiç kimse iş yapmayınca”, yönetici kesimi kendi üstlerine hesap vermek için planlama dışında girişimlerde bulunuyorlar. Ve ortaya herkesin düşündüğü, kimsenin katkıda bulunmadığı ama birilerinin canının yandığı, diğerlerinin ise kenarda kıs kıs gülümsediği ve ülkenin kaybettiği bir döngü oluşuyor.
Görev tanımı, mekanik bir yapı gibi gözükebilir ama aslında iş hayatında referans çizgileri manasına geldiğinden ve bu çizgiler de doğal olarak sistemi oluşturduğundan mevcut olunması gereken bir kavramdır. Olmadığı hallerde ise, benim her gün yakından gördüğüm aksaklıklar arasında ömür akar-gider. Ta ki dünyanın öbür ucundan birisi gelip sizi ekarte edene kadar :)
Bu yazı 2157 defa okundu
- Hoca Ne Düşünüyor? - 29/08/2014
- Türkiye’deki Yükseköğretimin Evrimi - 22/08/2014
- Ders Vermek… - 01/08/2014
Bir yanıt yazın