Bilgi Toplumunun Oluşumunda Öğretmenin Önemi

Günümüzde, bilim ve teknoloji yönünden en gelişmiş ülke olarak kabul edilen ABD, tarım ve sanayi devrimlerini tamamladıktan sonra 1954 yılında ilk defa bilgisayarı insanlığın hizmetine sunarak “Bilgi Toplumu” evresine girmiş oldu. Daha sonra, diğer ülkeler bilim ve teknolojide gelişmeler kaydettikçe onlar da “Bilgi Toplumu” olma özelliğini kazanmaya başladılar.

Bilgi toplumunun özelliklerini özetle sunmamız gerekirse her şeyden önce bu toplumda, adından da anlaşılacağı gibi bilgiye, bilime ve teknolojiye son derece önem verildiğini söylemek gerekir. Okur-yazar oranı yüzde yüz olan böyle bir toplumda nüfus oranının yüzde sekseni kentlerde, yüzde yirmisi ise kırsal kesimde yaşadığı görülür.

Bilgi toplumunda veya diğer adıyla sanayi sonrası toplumunda kesinlikle kadın ve erkek ayırımı söz konusu değildir. Böyle bir toplumda yaşayanların hayat tarzı demokratik, politik yönetimi ise Demokrasidir. Böyle bir toplumun oluşumunda, bilim ve teknoloji insanlarıyla beraber öğretmenlerin rolü son derce önemlidir.

Doğu kültürü kadar Batı kültürünü de iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, insanoğlunun yapacağı bu gelişmeleri adeta yıllar önce sezinleyerek “Türkiye Cumhuriyeti”nin temellerini bu felsefe üzerine oturtturmuştu. O, Büyük Zaferi kutlamak için Şark Tiyatrosunda toplanmış olan Bursa’daki öğretmenlere, 27.10.1922 yılında şu şekilde seslenmişti: “Hanımlar, beyler, memleketimizin en mamur, en latif, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nerededir bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen düsturlarını rehber ittihaz etmektedir. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan mekteplerimizin, darülfünunlarımızın teessüsünde aynı mesleki takip edeceğiz. Evet, milletimizin siyasi, içtimai hayatında milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün bedayiiyle inkişaf eder.” Bilim ve teknolojiye son derece önem veren Atatürk, 22.09. 1924 tarihinde Samsun İstiklal Ticaret mektebinde kendisine çay ziyafeti hazırlayan öğretmenlere; “Efendiler; Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir, ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekâmülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanla takip eylemek şarttır.” Şeklinde hitap etmiştir. Bir ülkenin gelişmesinde en önemli, en esaslı nokta olarak eğitim meselelerini gören ve eğitimle bir milletin ya hür, müstakil, şanlı, yüksek bir toplum ya da esaret ve sefalet içinde olunacağını söyleyen Mustafa Kemal “Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için, iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu… Bir millet kültür ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin sürekli ve neticeler vermesi ancak kültür ordusunun varlığına bağlı…” olduğunu söyler.

Ayrıca, Atatürk, düşmanın taarruzu ve hızla ilerleyişi karşısında Ankara’da toplanacak Maarif Kongresi’nin ertelenmesi yolundaki önerileri reddetmiş ve 15 Temmuz 1921’de Kongre’yi bir konuşmayla açmıştır ve “silahıyla olduğu gibi dimağıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphesi” olmadığın söylemiştir. Bilim toplumlarında olduğu gibi, Mustafa Kemal eğitim ve öğretim yönünden kadın-erkek eşitliğine son derece önem vermektedir. Atatürk bu konuda “Bir içtimai topluluk, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki bir kitlenin bir parçasını terakki ettirelim, diğerine müsamaha edelim de kitlenin bütünü ilerletilebilmiş olsun? Mümkün müdür ki bir camianın yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer kısmı yükselebilsin? Şüphe yok ki terakki adımları dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve terakki ve tereddüt sahasındaki merhaleleri birlikte aşmak lazımdır. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.”

Demokrasinin altyapısı olarak kabul edilen halkın genel kültürünün geliştirilmesinde öğretmenlerimize ve aydınlarımıza önemli görevlerin düştüğünü söyleyen Atatürk, bu konuda “Halkala yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir. Gençlerimize ve münevverlerimize ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi dimağlarında iyice tekerrür ettirmeli, onların halk tarafından iyice kabili hazım ve kabili kabul bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya koymalıdır” şeklinde düşüncesini ortaya koymaktadır.

Dolmabahçe Sarayı’nda, 7.XII.1927 tarihinde, İstanbul öğretmenler grubuna okullar ve öğretmenlik mesleği hakkında “Mektepler talim ve terbiye kadar, mektep haricindeki neslin mütemadi bir tenvir huzmesi altında tutulması lazımdır. Meslek ve yardım teşkilatının kendi mensuplarından ve kendi aralarından başlayarak harice yayılmak suretiyle halk için umumileştirilmesi lazım gelen fikir ve his cereyanlarına bir mecra olabilir. Eski hocalar nasıl dini esastan hâkim olmuşlarsa muallimler de ilim esasından kazanmaya başladıkları hâkimiyeti nihayete erdirmelidirler. Bunları muallimlik mesleği hakiki inkişaf devrine dâhil olacaktır. Muallimler her vesileden istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, muallimin çocuğu yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır” şeklinde hitap etmiştir.

Bütün sıkıntılara ve engellemelere rağmen sanayileşme döneminin büyük bir bölümünü gerçekleştirmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, yakın bir tarihte bilgi toplumu olma özelliğini kesinlikle kazanacaktır. Bu süreci kısaltmak için toplumda öğretmenlere de büyük bir görev düşmektedir; insanları aydınlatmak…

Atatürk’ün ilke ve inkılâpları doğrultusunda toplumumuzda bulunan bütün meslek sahiplerine ilk temel bilgileri veren saygıdeğer öğretmenlerimiz; bilimde, fende ve teknolojideki değişmeleri yakından izlemeli, Atatürk’ün söylediği gibi bu değişmeleri önce kendileri özümlemeli sonra da öğrencilerine aktarmalıdır. Aynı şekilde; cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi kavramları anlayamamış ve bunları bilgiye dönüştürememiş bir öğretmenin aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür nesilleri yetiştirmesi zor, hatta imkânsızdır.

Yazımı önemli Amerikalı eğitimcilerden R.W. Emerson’nun, bir de adını anımsayamadığım bir başka eğitimcinin sözleriyle bitirmek istiyorum. Bu sözlerin ilki; “Yanlış eğitilmiş bir insanı yeniden eğitmek, hiç eğitilmemiş bir insanı eğitmekten daha da zordur”, diğeri ise; “Türk toplumu kadar, halktan çıkıp yetişmiş ve aydınlar sınıfına katılmış bu kadar fazla aydın sayısını başka hiçbir toplumda bulamazsınız. Ancak, halktan çıktığı halde halka bu kadar sırtını dönen aydın sınıfını da bir başka toplumda bulamazsınız”.

Sonuç olarak; eğitim sistemimizde var olan yanlışları düzeltip çocuklarımızı doğru bir şekilde eğitmeliyiz. Ayrıca, halk ile halkın arasından çıkıp yetişen aydınlar araçılığıyla halkta az da olsa bilimsel bilinç oluşturarak Türkiye’de yeni ufuklar açmak zorundayız.

Bu yazı 2409 defa okundu

Bilal Dindar
Latest posts by Bilal Dindar (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.