Yenilenebilir Enerjiler
Hazırlık sınıfında Murat bey’in dersinde ilk defa duymuştum bu ifadeyi; Yenilenebilir Enerji.
Yabancı kelimeleri öğrenmeye çalıştığım bir dönemde bana bu çok daha yabancı gelmişti.
Zira benim bildiğim enerji kaynakları basitti; hidroelektrik, termik ve nükleer.
Ve biliyordum ki bu kaynaklardan en kirlisi termik olandı. Zira bir kere Elbistan ilçesinden geçerken görmüştüm o ağır kokuyu.
Barajlar ise çok güzeldi. Zira kocamanlardı. Nükleer ise tırstırıcıydı zira Çernobil kazasında bizler Karadeniz kıyılarında çok çekindik havadaki yağmurdan ve buluttan.
Oysa, toplumsal bilinç gerçekten toplumu idare edenlerce veya aydınlarca ortaya konan fikirlerle gelişmekteymiş. Baksanıza, benim gibi kitap kurdu 17 yaşına kadar (sene 94) hiç duymamıştı Yenilenebilir Enerjiyi. Murat bey’in dersinde ilk duydum ve kulağıma küpe oldu. Yıllar sonra ise merak konularımdan birisi oldu. Düşünüyorum da çok net gerçekler var enerji politikalarında veya daha doğrusu stratejilerinde. Bir kere enerji ihtiyacı giderek artan bir durum ve bu ihtiyaç aslında ardından atıklar gerçeğini de ortaya çıkartmaktadır. Bu durumda aslında düşünülmesi gereken şey kaynak değil başlı başına aynı zamanda atıklar da olmalıdır. Hidroelektrik santraller her ne kadar çok dostça gözükse de temelde mikroklima etkileri ve kısa sürede doğaya ciddi müdahale ettiğinden dikkatlice sonuçların incelenmesi gereken bir elektrik kaynağıdır. Fırtına vadisindeki santralleri hatırlayınız.
Karbon emisyonu termik sistemlerin doğaya saldığı ÇO ve CO2 oranlarını ifade etmektedir. Bilindiği gibi Ozon tabakası ve Sera Efekti direk olarak Karbon emisyonu ile ilişkili olup Kyoto protokolüyle ülkeler bazında karbon emisyonuna derecelendirme/kısıtlamalar getirilmektedir.
Kişi başı karbon emisyonu miktarı haritasına göre durum gelişmiş ülkelerde oldukça vahim.
Nükleer kaynaklar açıkçası çok farklı benim gözümde. Yapımda ve işletmede insan faktörü göz onuna alınca başlı başına bir tehlike var iken deprem tehlikesi ile karşı karşıya kalan coğrafyalardadaki öngörülemeyen doğal tehlikeler de dikkate alınınca bence iki kat dikkat edilmesi gereken bir durum ortaya çıkar. Mart 2011’de Japonya’daki Tohoku depreminde etkilenen Fukushima nükleer santralinin yarattığı tehlikeyi düşününüz.
Öte yandan yenilenebilir enerji acaba gerçekten nihai çözüm müdür? Yoksa bir avuç vejeteryanin umarsız çığlığı mıdır? Tahmin ederim ki günümüz dünyasında yeşil enerji, yenilenebilir enerji oldukça sürrealist gelmektedir bir çok kişiye. Ama yakın gelecekte fosil atıkların sonunun geleceğini düşünüyorsak veya vergilerin çok yüksek olduğu akaryakıt yerine altertanif enerji kaynakları bulmak istiyorsak şimdiden yola çıkmalıyız sanırım.
Rüzgar enerji, yenilebilir enerji kaynaklarından (güneş, hidrojen, biyoenerji vb) bir tanesidir. Aslında bence potansiyeli en büyük olan kaynak da budur. Zira tesisleşme açısından imalatı en hızlı olan ve verimliliğin şebeke kalitesinin arttırılması ile daha da artabilecek olan bir yapısı vardır. Wikipedia bilgisine göre 2009’da dünyada 340 TW enerji tüketilirken bunun %2’sı olan 160GW’ı rüzgar ile karşılanmış.
Şimdi dikkatimizi çekecek bir husus aslinda şu olmaldir bu tür enerji sisteminde kaynak uzakta bir yerler değildir. Yer altından çıkması da gerekmez. Sadece rüzgar karakteristiğini iyi belirlediğimiz bölgelerde kurulacak olan rüzgar türbini çiftlikleriyle enerji elde etmek mümkündür. Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) tarafından verilen lisanslarla küçük ihtiyaçlar için de rüzgar türbini kurulabilmektedir. Bence bu durum üniversite ve araştırmacı kurumlarca bir fırsat olarak değerlendirilmeli ve rüzgar türbinleri üzerine olabildiği kadar ARGE çalışması yapılmalıdır. Zira VESTAŞ isimli bir Danimarka firması resmen dünyaya hükmektmektedir. VESTAŞ’ın yıllık cirosu nedir bilir misiniz? 2010 yılı için 6.9 Milyar Euro.
Bir tarih başbakanlık danışmanlığı yapmış birisinden Türkiye için düşünülen yatırımın Türkiye bütçesinden kat kat olduğunu duymuştum. Biraz yadırgayarak bakmıştım gülümsemesine zira aklıma bir hikaye geldi. Yaşlı bir adam bahçesine fidan ekiyormuş. Komşusu ise kınayeli olarak sormuş “Ne işin var bu yaşta fidan dikmeye”. Yaşlı adamın cevabı manalymiş, “Ben değil ama torunlarım bu ağacın gölgesinde oturacaklar”.
Bu yazı 2379 defa okundu
- Hoca Ne Düşünüyor? - 29/08/2014
- Türkiye’deki Yükseköğretimin Evrimi - 22/08/2014
- Ders Vermek… - 01/08/2014
Bir yanıt yazın