FED Açıklamaları ve İnşaat Sektörü
Yukarıdaki resmi ilk gördüğümde çok ama çok gülmüştüm. Zira ekonomik büyümemizin lokomotifi olarak görülen inşaat sektörünün yegane dinamiğini tek çerçevede anlatan bir resimdi. İktidar partisine yakınlığıyla bilinen firmalara bir şekilde!! teslim edilen araziler, kolay alınabilen imar planları, haksız istimlaklar vs. saymakla bitmeyecek olan el altından yürütülen işler ve ilişkiler.
Malum son zamanlarda FED’in açıklamalarından sonra ekranlarda baya bir yorumlar yapılıyor. Kimileri batıcaz gidicez derken kimileri de merak etmeyin sapasağlamız ve büyümeye devam edeceğiz diyor. Benim ekonomi bilgim internetten, gazetelerden okuduğum yorumlar ve incelediğim makalelerden ibaret. Yani oturup makro çapta bir ekonomik analiz yapacak değilim. Ancak bilgim dahilinde gördüğüm kadarıyla diyebilirim ki gidişat pek iyi değil gibi, özellikle de inşaat sektörü için.
FED’in açıklamalarından sonraki sabah bilgisayarımı açtığımda, ekranımın kenarındaki BİST 100 endeksinin 72 puan seviyesinden hızla düştüğünü görüyordum. Türk ekonomik mucizesi olarak görülen emlak balonunun ve onunla birlikte tüm ekonominin havası hızla sönüyor ve ekonominin en önemli göstergelerinden olan BİST 100’u beraberinde aşağı çekiyordu. O günkü makaleleri okurken, takip ettiğim bir başka blog yazarı New York Times’ in ana sayfasında yayımlanan bir makaleden bahsediyordu: “İstanbul Skyline Reflects Cheap Dollars Now Growing Scarce” başlıklı makaleyi açıp okudum. Bu makalede aralarında Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarında kaydedilen büyümenin ABD Merkez Banka’sının kriz sonrası uyguladığı gevşek para politikalarının yarattığı bir balon olduğunu ve bu balonun sönmeye başladığını anlatıyordu.
Okuduğum blog sayfasında da bahsedildiği gibi, kaygı verici durum, makalenin Türkiye üzerinden anlatılmasıydı. Bahsedilen daralma Hindistan ve Brezilya gibi diğer gelişmekte olan piyasaları da etkilemekle beraber yazının odak noktası Türkiye ve Türkiye’deki, daha doğrusu İstanbul’ daki emlak balonu. Makalede dövizle borçlandığı için ödeme sıkıntısı yaşayacak olan şirketlere örnek olarak da hükümetle yakın ilişkisi olup “İnşaat Ya Resul Allah” diyen şirketler gurubu gösterilmiş ve bu ilişki ayrıntılı olarak tarif edilmiş. Kısaca politik riskin patlaması. Buna tamamıyla katılıyorum, zira İstanbul’da çalıştığım sıralarda bu ilişkilerin bizzat içinde bulunup, ihale aşamasında ne muhabbetler döndüğüne bizzat tanık oldum.
İnşaat mühendisliği eğitimim sırasında şu sözü birçok kez duydum: “inşaat sektörü ekonominin lokomotifidir”, eminim birçok kişi de bu cümleyi en az bir kez duymuştur. Aslına bakılırsa evet, inşaat sektörü ekonominin lokomotifidir. Kısa vadede çok çeşitli alanlarda istihdam sağlar, piyasadaki para akışını gerçekleştirir. Kimileri için bir inşaat, beton ve demirden ibaret olsa da halk tabiriyle 99 kalem inşaattan ekmek yer. Zira 2008 yılında ABD de gerçekleşen mortgage krizinden sonra ekonomideki hareketlendirmeyi hızlandırmak için 780 milyar dolarlık bütçeyi inşaat sektörüne ve özellikle altyapı işlerine ayırmış; (Bununla ilgili 2010 yılındaki makale özetime buradan ulaşabilirsiniz- Syf.142) ve sonuç olarak piyasadaki istihdam sayısı ve iş hacmi artırılmıştır.
Ülkemizdeki ve özellikle İstanbul’daki inşaat piyasasının son 8 yıllık seyrini incelediğinizde artan proje sayısını, inşaat mühendislerine ve diğer teknik elemanlara olan talep artışını görebilirsiniz. Yapılan inşaat sayısı öyle bir artmıştı ki, şehirler arası otobüs seyahatlerimde Kurtköy’den başlayıp Beylikdüzü’ne kadar her 2km de bir kule vinç yükseliyordu. Hükümetin ve bankaların çok düşük faizlerle kredi kullanma teşvikleri ile birlikte kıyıda köşede biraz birikimi olan 60 aydan 120 aya kadar vadeler ile kredi kullandı ve daha temeline kazma vurulmayan projeler için maket üzerinden ev aldı. Bu süre içinde evlerine kavuşanların sayısı çoğunlukta yani anlaşılan koşullar çerçevesinde parasının karşılığını alanlar var. Ancak mağdur olanların sayısı da pek az sayılmaz. Kısacası herkes kendisini 5 ila 10 (ve belki daha fazla) süre için borçlandırdı. Başkasını bilmem ama iyi bir gelirim olsa bile ülkemiz gibi ekonomisi sağlam temeller üzerine oturmayan, ihracı ithalinden oldukça az olan, üretmeyen bir ülkede 10 yıl boyunca kendimi borçlandırmayı pek doğru bulmuyorum, tabi bu benim görüşüm.
Ülkemizdeki inşaat piyasasının hareketliliğinden şu noktaya ulaşmak istiyorum. Bir projenin tamamlanma süresi, boyutuna göre değişebileceği gibi, ortalama 2,5-3 yıldır. Bu süre içinde sektörün tüm muhatapları çalışır, çarklar döner, paralar bir yerden diğerine akar, Ahmet Usta kendine iş bulur çalışır… yani tüm dinamikler tıkırdar. Ancak 3 yıl sonra proje bittiğinde çarklar durur ve yeni bir proje için sökülüp yeniden organize edilir. Sonra yine aynı hikaye. Peki ülkemiz yeterli konut stoğuna ulaştığında ne olacak ? Arz sayısı talep sayısını geçtiğinde bu çarklar nasıl çalışacak ?? işte o zaman çarklar duracak.
Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası Proje Yönetim Enstitüsü’nün bir seminerinde GYÖDER başkanı tehlike çanlarının çalmaya başladığını söylemişti. 2012 yılında katıldığım bu seminerde o tarihte, mevcut halimizle gayrimenkul sektöründe %18 lik talep fazlası bulunduğunu ve artık durmamız gerektiğini belirtmişti. Ve yine aynı seminerde GYÖ alanında oldukça iyi bilinen bir firma maket üzerinden satış yasaklanırsa biteriz demişti. Bu iki cümle aslında durumu şöyle özetliyor. Aslında var olmayan sanal (soyut) bir ekonomi ile gereğinden fazla somut yapılar ortaya çıkarıyoruz. Firmaların bu kadar büyük projeleri finanse edecek sermayeleri yok, para da maket satışlar ile halktan firmalara geliyor ve iş başlıyor. Peki vatandaşa bu para nereden geliyor? Hükumetten, çalıştıkları firmadan dolayısıyla yine hükumetten. Peki para hükumete nasıl geliyor ?? işte kilit soru bu. Son 10 yıldır sıcak para girişi için ülkemizin ekonomik dinamikleri olan teknoloji ve sanayi tesisleri birbir satıldı ve geçenler de bir bakanımız artık satılacak bir şey kalmadı diye bir telkinde bulunmuştu. İşte tam bu noktada, FED’in açıklamaları önemli. Çünkü bu açıklamalardan sonraki piyasa hareketleri ile beraber o sanal ekonomi (yada görülmeyen sıcak para) ülkemizden el sallaya sallaya uzaklaşıyor. Ev satın alan halk veya müteahhit firmalar, ister dövizle borçlansın ister Türk lirasıyla.. her ikisinde de durum sıkıntılı. Döviz uzaklaşıyor, buna bağlı olarak kur yükseliyor yani Türk lirasının değeri düşüyor. Sonuçta dolar ile borçlanan daha fazla türk lirası karşılığı ile ödeme yapıyor, Türk lirası ile borç veren değerinden daha az oranla parayı geri alıyor. Peki böyle bir ortamda 5, 10 yada daha fazla yıl süre için kendimizi borçlu bırakmak mantıklı mı ??
İrlanda ekonomisinin 2009 senesindeki çöküşü gösterdi ki sadece müteahhitlik yaparak bir ülke kalkınmıyormuş. Çok yakın zamanda olmasına rağmen İrlanda örneği tamamen göz ardı edildi ve “Türkler inşaatçı millettir” mottosuna saplanıldı. Amacım mevcut hükümeti kötülemek karalamak değil, siyasi ideoloji savunucusu da değilim. Tek derdim yanlış yapılan bir şeyler olduğunu dilimin döndüğünce göstermek.
Peki bundan sonra ne yapmak gerek ? okuduğum blog sayfasında da değinildiği gibi, şimdi ihtiyacımız olan şey, inşaatın yanı sıra inovasyon, bilişim, teknolojiye ve üretime dayalı sektörleri geliştirmek ve bunları hem iç hemde dış piyasaya satmak; ve bunu gerçekleştirmeye çalışacak siyasi trolleri bir kenara itip, iyi yetişmiş insan gücüne, kalifiye girişimlere ve akademisyenlere imkan ve olanak sağlayıp, hak ettikleri değeri vermektir.
Bu yazı 1700 defa okundu
- Lentokonesuihkuturbiinimoottoriapumekaanikkoaliupseerioppilas - 17/03/2015
- Japonya(2): Yokohama, Suşi, Wasabi - 14/01/2015
- Japonya (1): Türk’ün İlk İmtihanı - 08/09/2014
Bir yanıt yazın