Japonya (1): Türk’ün İlk İmtihanı
Uzun yıllardır acaba ne zaman giderim deyip hayal ettiğim iki yer vardı. Birisi Brezilya (mümkünse karnaval zamanı Rio) diğeri de Japonya. Özel bir sebebi yok ama bu ülkelere karşı içimde hep bir merak var. Nihayet hayalimden biri gerçekleşti ve geçtiğimiz Temmuz ayında 7 günlük bir Japonya ziyaretimiz oldu. Geziden izlenimlerimi çok uzun tutmamak için, bir kaç yazıda paylaşmak istiyorum.
Akademik bir konferans vesilesi ile Yokohama ve Tokyo’da toplam 1 hafta kaldık. 1 hafta belki kısa bir süreydi ancak yinede yetti diyebilirim. Japonya gerçekten ilginç bir yer. Günlük yaşamları, iş disiplini, insanları, kültürü, vs. gözlemleyebildiğim kadarıyla alışılagelmişten farklı diyebilirim. Uzun süre vakit geçirmek isteyen birisi için adaptasyon süreci biraz zor geçebilir.
Uçuş Helsinki-İstanbul-Tokyo güzergahında gerçekleşti. Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan aktarmasız Tokyo-Narita seferleri mevcut. Acil çıkış kapısında ayaklarımı uzatarak rahat bir yolculuk yaptım. Japonya, Türkiye’ den vize istemiyor ve 90 günlük bir vize pasaporta girişte işleniyor. Havaalanından çıkarken sürekli sizi eğilerek güler yüzle selamlayan, yol gösteren yaşlı amcalar, teyzeler var. Sonradan öğrendiğime göre, Japon hükümeti, sosyal hizmet kapsamında, emekli, işsiz veya yardıma muhtaç vs. kişilere havaalanında, limanlarda selamlama işi vererek hem topluma kazandırıyor, hem de maddi destek sağlıyormuş. Çok hoşuma gitti doğrusu.
Narita Havalimanı’ndan Tokyo ve diğer şehirler için ekspres trenler ve otobüsler mevcut. İnsanların çoğu trafik yoğunluğundan dolayı treni tercih ediyor. Havalimanı çıkışında bir sefere mahsus olmak üzere %50 indirimli bilet alabiliyorsunuz. Yokohama için 1500 Yen (32 TL) ödedim ve iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Yokohama’ya varabildim. Trenler oldukça konforlu ve ücretsiz internet mevcut.
Tren istasyonundan çıktığımda beni karşılayan tek şey şehrin üstüne sinmiş buram buram balık kokusu ve yapış yapış nemli bir havaydı. İstasyondan kalacağım otele kadar, taksi içindeyken (taksilere ayrıca değineceğim) bile o balık kokusunu hissettim. Bir kokuyu sürekli koklayınca burundaki koku sinirleri o kokuya alışırmışmış.. yalaaan vallahi yalan. Sabah akşam o koku sürekli burnumdaydı :) En sonunda hoşaf bir vaziyette otele varabildim.
Genelde hepimiz uzun bir yoldan geldiğimiz de ilk yaptığımız şey kendimizi lavaboya atmaktır. Hem rahatlamak, hem de bir el yüz yıkayıp ferahlamak isteriz. Veee Türk’ün Japonya ile ilk imtihanı başlar :) Canım bi yerlerimde, nemli ve balıklı havanın etkisi ile yüzümde boncuk boncuk ter, tam huzura kavuşucam, “Allahım sana geliyorum!!” derken, Japonların o teknoloji harikası tuvaletlerini gördüm ve dedim ki “Aga bu nedir ??” Yüzümdeki “Zeki Müren’ de bizi görecek mi?” ifadesi ile beraber iç basıncımı unutarak bildiğiniz tuvaleti keşfetmeye başladım. Taharet musluğunun yerini teknoloji devralmış. Tuvaletlerin yanınde bir kontrol paneli var. Üzerindeki Japonca yazıları anlamıyorum, artık mecbur deneme yanılma yapıcaz. Ben yine de bir kazaya kurban gitmemek için işin yanılma kısmından kendimi kurtarabilecek bir şekilde deneme kısmına odaklandım. Bu yandaki düğmelere basınca bızzzzttt diye bi boru uzanıyor yıkama, sıcak hava ile kurulama falan.. böyle su ve hava basıncını ayarlamalar.. sifon sesini yükseltmeler alçaltmalar.. baya aşmışlar yani.
Bir sonraki gün konferanstaki makale sunumum için son hazırlıklarımı da tamamladıktan sonra yatağa daldım. “Böyle bi tuvaleti Finlandiya’ya yada Türkiye’ye getirsek iyi para kaldırır mıyım acaba??” şeklindeki ticari planlar ile birlikte uykuya daldım…
Bir sonraki yazımda, Yokohama, suşi, vasabi ve sake olacak..
Bu yazı 2678 defa okundu
- Lentokonesuihkuturbiinimoottoriapumekaanikkoaliupseerioppilas - 17/03/2015
- Japonya(2): Yokohama, Suşi, Wasabi - 14/01/2015
- Japonya (1): Türk’ün İlk İmtihanı - 08/09/2014
Bir yanıt yazın