Başarılı Olmak
Eğitim hayatımda babamın rolü çok büyüktür.
Kendisi bir eğitimci olan babam, bana devamlı olarak bir konuda uzman ol, hatta o kadar uzmanlaş ki dünyada tek ol demiştir.
Hatırlıyorum da lisanı bitirdikten sonra YTÜ’nün MBA seçmelerinde 500 küsür kişi içinden 15 kişi alacaklardı ve ben 13. olmuştum. Babam, beni kırmadı ama mühendislikte devam etmemin benim için daha iyi olacağını düşündüğünü belirtmişti. Hatta İTÜ İşletme’deki bir arkadaşını ziyarete gittiğimizde de beni kırmamış ama arkadaşının fikirlerini almamı istemişti. Sonrasında ben lisans sonrası eğitimimi mühendislikte devam ettim. Güzel bir gelişmedir ki arada 1 yıllık bir MBA sertifika programına da katıldım :) Sonuç; hedefimi gerçekleştirdim, her yönden.
İçinde bulunduğum eğitim ve kendini geliştirme sürecinde eksikliğini hissettiğim bir konu maalesef beni her zaman aç bırakmıştır. Evet, hem kendi alanımda hem de bir başka alanda çalışmalar yapıyorum ama AR-GE ve innovasyon kelimeleri ile tanımlanacak çalışmaları maalesef çok da gerçekleştirebilmiş değilim. Sakin bunu şimdiye kadar yaptıklarımı inkar ettiğim manasına gelmesin. Emin olunuz geçmiş tecrübelerim de son derece başarılı çalışmalardır. Ama ne bileyim işte, bir ekip ile masa etrafında beyin fırtınası yapıp oralardan stratejiler çıkartmak ve üzerinde gidecek yollar belirlemek kısmında şu ana kadar çok da istediğim elde edemedim. Nedenini tam olarak bilemiyorum, belki bu konularda oturup konuşacağım birilerinin olmaması, belki de ortaya konacak fikirlerin olgunlaşması için benim yeterinç olgun ol(a)mamam etkenler olabilir.
Aslına bakarsanız, üniversitelerin amacının lisans öğrencisi yetiştirmenin yanında, belki de önünde, esas iş yüklerinin gerçekte AR-GE ve innovasyon olması gerektiğini düşünüyorum. Evet, öğrenci yetiştirmek, Türkiye gibi ilerlemekte olan ülkeler için son derece önemli bir olgu ama bunu bir akım olarak düşünürsek, akının devamlılığını sağlamak için bir kaynağa da ihtiyaç duyulmaz mı? Aksi halde mevcuttakini bitirmek kötü sonuçlar doğurabilir.
AR-GE ve innovasyon denince tabi ki insan biraz ürküyor, bunun çok muhteşem bütçeler gerektiren işler olduğu düşünülüyor. Ben de böyle düşünüyorum gerçekten de. Eğer amaç uzay mekiği yapmaksa, mesai sonrasında yapılacak olan okumalar ile oluşturulacak bilgi birikimi için sanırım bir kaç bin yıl gereklidir. Hele ki işin deneysek kısmı başlarsa bir kaç yüz bin yıl daha gerekir. Peki elimizde böyle bir süre imkanı bulunuyor mu? Peki böyle bir hedefimiz var mı?
Tabi şu her zaman sorulmalıdır; Biz ne elde edeceğiz? Ürünümüz, sonuçlarımız geliştirelibilir mi olmalı? Halka mı hizmet etmeli? Yoksa bizim için yeterli mi olmalıdır? Ülke/toplum olarak eksikliğini duyduğumuz bir kavram burada önem kazanıyor; Felsefe. Felsefe’yi antik Yunan’dan kalma düşünce parçaları olarak algılamamak gereklidir. Evet, benim babam felsefe hocası ve biz küçükken onun önerdiği kitapları da okuduk. Ama bir noktada şunu 34 yasındaki bir adam olarak söyleyebilirim felsefe demek bir düşünce sistematiğinin temellerinin oturtulması demektir. Bilinç yaratmak demektir. Çalışmalarımızı bir felsefe ile gerçekleştirirsek sonuçlarının AR-GE ürünü olmaması içten bile değildir. İnnovasyon, benim/senin hadi diyerek yapacağımız çalışmalar değildir. Arkasında gerçekten de bir düşünce kurgusunun bulunması gereken metodlardır. Aklında bir düşünce yapısı bulunmayan kişilerle bir araya gelme şansım, maalesef, çok oldu. Hatta, CV’leri deli dolu olan ama masaya oturduğunuda “bilemiyorum” demek yerine “bilmemki” demeyi tercih eden nice parlak akademisyenler gördüm. Maalesef gün bu kişiler için asla bitmedi, oysa başkaları için sonu gelmediği halde.
Güzel bir başarı örneği okudum bu sabah gazetede. Bu yazının yazılmas sebebi de aslında bu makaledir.
NYT- Quick Action Helps Google Win Friends ın Japan
Bir internet şirketi (GOOGLE), doğa felaketlerii ardından başladığı bir girişimle kısa sürede güzel sonuçlar =başarı diyebiliri= elde ettiğini söyleyebilirim. İlk olarak Tahiti depreminde ortaya koymuşlardı bu ilginç fikirlerini, http://www.google.com/relief/haitiearthquake/, ve ardından Yeni Zelanda depremi ve sonrasında da Japonya’daki deprem+tsunami. Sonuç http://www.google.com/crisisresponse/ isimli bir site ve felaketlerin olduğu yerlerle ilgili kapsamlı çalışmalar. İşin ilginç yanı, ortaya koydukları başarı tamamen Google’a ait ama işledikleri konular mühendislik konuları, uzaktan algılama, dışaster management vb. Fikirleri ortaya attıkları çalışma ortamı ve insanların sahip oldukları ruh hali (dikkat burada felsefenin gücüne bir kere daha dikkat çekiyorum) AR-GE ve innovasyon isimleri ile ifade edilen çalışmalara önayak olmuştur.
Ama insan gene de sormadan edemiyor; bizim farkımız nedir? Yediğimiz yemek, içtiğimiz şu mu? Yoksa babamızdan aldığımız eğitim mi?
Bu yazı 2177 defa okundu
- Hoca Ne Düşünüyor? - 29/08/2014
- Türkiye’deki Yükseköğretimin Evrimi - 22/08/2014
- Ders Vermek… - 01/08/2014
Bir yanıt yazın